22 Mart 2020 Pazar

Corona günlerinde bilim (2): Bu insanlar neden uyarılara rağmen sokakta dolaşıyor?

Corona virüs hastalığı (COVID-19) üzerine yazılarımın bu ikincisinde, bana hep ilginç gelmiş bir soruyu tartışmak istiyorum.

Soru şu: 
Toplulukların şok ya da acı karşısında tepkileri kişilerin tepkileri gibi incelenebilir mi?
ya da daha teknik bir ifade ile, kayıp ya da hastalık ile karşılaşıldığında verdiğimiz tepkileri tanımlayan ve evrelendiren Kübler-Ross modeli topluluklara uygulanabilir mi?

Bu soru nerden aklıma geldi?
Hep birlikte, COVID-19 hastalığı konusunda yapılan uyarı ve telkinlere uymamakta ısrar eden birçok insanın basında ve sosyal medyada teşhir edilişini ve neredeyse lanetlenmesini izliyoruz. Bir kısmımız bu insanların cahil olduklarını, diğerlerimiz ise umursamaz olduklarını düşünüyor. Ne kadar cahiliz tartışmasına hiç girmeden, acaba bu davranış şeklinin temelinde başka bir faktör olabilir mi diye düşündüm ve kendime şu soruyu sordum; bu durum cehaletten mi ya da umursamazlık dan mı kaynaklanıyor, yoksa daha bilimsel bir açıklaması olabilir mi?

Önce, Kübler-Ross modeli
Elisabeth Kübler-Ross 2000'in üzerinde ölmekte olan hasta ve yakınları üzerinde yaptığı, bu kişilerin tepkilerini ölçen ve standardize eden çalışmasını 1969 yılında bir kitap olarak (On Death and Dying, Scribner, 1969; Ekin Uşaklı tarafından Türkçe çevirisi: Ölüm ve Ölmek Üzerine, April yayıncılık, 2011) yayınladığında bu konuda yeni bir devir açıldı ve bu gibi derin yas ve elem durumlarında verilen tepkilerin aslında standart bir evrelendirme sistemi ile incelenebileceği anlaşıldı. Kübler-Ross'a göre bu evreler şu şekilde gelişmekte:

  1. Şok ve inkar
  2. Öfke
  3. Pazarlık
  4. Depresyon
  5. Kabullenme
Bu evrelerin zamana yayılımı, ve bu süreç içinde kişinin moral ve enerji durumu kısaca aşağıda şekilde özetlenebilir:
Görülebileceği gibi, ani ve beklenmeyen bir acı ile karşılaşıldığında, kişilerin ilk tepkileri inkar etmek oluyor ve açıkçası bu evrede kişinin enerjisi ya da moral düzeyi oldukça yüksek olabiliyor. İzleyen evrelerde bu enerji ve moral düzeyi neredeyse depresyon olarak adlandırılabilecek seviyeye kadar düşüyor, ta ki, acı kabul edilip onunla birlikte yaşamaya uyum sağlanana dek.  Tabi, bu evrelerin süreleri kişilerde farklı olarak ortaya çıkabileceği gibi, bazı kişiler bazı evrelerde takılıp daha ileri gidemeyebilirler de.

COVID-19'a verilen tepki bu modele uyar mı?
Açıkçası, bilmiyorum. Bu konuda bir kaynak araştırması yaptım ama modelin topluluklara uyarlanması üzerine herhangi bir kaynağa ulaşamadım. Ama yine de, COVID-19'a verilen toplumsal tepkiye bakınca ilk aklıma gelen Kübler-Ross modeli oldu diyebilirim. 
Acaba, birçok insanın bu hastalığa inanmaması ya da ciddiye almaması 'şok ve inkar' evresinde olmaları ile açıklanabilir mi? 
Hastalığın nedenleri konusunda acayip fikirler öne sürmek (yarasa yemek, fuhuş, homoseksüeller vb.) ve cezalar kesmek öfkemizin yansımaları mı?
Ya da, bir önceki yazımda vurguladığım değişik tedavi yöntemlerinden medet ummak pazarlık evresinin?
Bu gözle bakıldığında henüz ülkemizde çok ortaya çıkmamış ancak hastalıkla bizden daha önce tanışmış ülkelerde (ör. İtalya) ciddi bir toplumsal depresyon (her ne kadar balkonlarda şarkı söyleyenler de varsa da) geliştiği de görülebilir.
Kabullenmiş ve uyum sağlamış toplumlar olarak da Çin ve Güney Kore örnekleri verilebilir belki.

Sonuç:
Bu yazımın amacı, yalnızca COVID-19 hastalığına karşı verdiğimiz ya da vermediğimiz tepkilerin kişisel değil, aslında bilimsel bir model üzerinden açıklanabilecek tepkiler olabileceğini düşündürebilmek. Doğal olarak, bu önermemin mutlaka doğru olduğunu iddia edemem, sonuç olarak bir Sosyal Bilimci değilim.
Ancak yine de, 'inkarcı ve uyumsuzlar'a bakışımızda farklı bir açı oluşturabilir, belki.

Corona günlerinde bilim (1): Corona virüs hastalığının (COVID-19) mucizevi bir tedavisi var mı?


Corona virüs hastalığının (COVID-19) dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de yaygınlaşmaya başlaması görebildiğim kadarıyla iki ana toplumsal tepkiye neden oldu. Bunlardan biri hastalığın tedavisi için mevcut ilaçlardan mucizevi çözümler beklemek (bu yazının konusu), diğeri ve daha yaygın olanı ise hastalığı veya hasta olma olasılığını azımsamak, inkar etmek (serinin ikinci yazısının konusu).
Mucizevi tedaviler içinde önemli bir kısmı geleneksel tıp ya da beslenmeye dayanan öneriler. Bu grup yaygın olmakla birlikte, neyse ki, toplumsal bir inanılırlık ve güvenilirlik kazanma konusunda başarısız görünüyorlar. Televizyon ekranlarının fonksiyonel tıp ya da beslenme vb. uzmanlarından büyük ölçüde temizlenip şöyle ya da böyle tekrar bilim insanlarına açılmasını bu açıdan olumlu bir gelişme olarak bile değerlendirebiliriz.
Ancak, bilimsel görünen veriler ve bulgular da yanıltıcı olabiliyor, bu yazıda esas olarak bu durumu incelemek istiyorum, yakın zamanda ortaya atılan ‘hidroksiklorokin (Plaquenil)’ örneği üzerinden.
Hidroksiklorokin (Plaquenil) COVID-19 tedavisinde gerçekten yararlı mı?
Bu sorunun cevabını, böyle bir olasılığın mümkün olabileceği şeklinde vermek gerekli. Ama gerçekten o noktada mıyız ve hastalarımıza ya da sağlıklı insanlara bu ilacı verelim mi, bu ayrı bir tartışma.
Hidroksiklorokin (HKl) kullanımı bir süredir sosyal medyada (kısıtlı da olsa) giderek artan bir destek buluyordu, ancak ABD başkanı Donald Trump’ın Tweeter hesabından paylaştığı bir mesaj ile, bu desteğin daha da artması beklenmeli. Trump, HKl ve Azitromisin (bir antibiyotik) kombinasyonunun hastalığı önlemede mucizevi sonuçlar doğurduğunu ve ABD halkına derhal uygulanması gerektiğini söylüyor. Gerçekten öyle mi, bakalım:
İddianın kaynağı Gautret ve arkadaşlarının International Journal of Antimicrobial Agents dergisinde 20 Mart tarihinde yayınlanan bir yazısı (tam metin için tıklayınız). Bu yazıda, randomize edilmemiş toplam 36 hastanın (20 HKl, 6 sında ek olarak Azitromisin kullanılmış; 16 kontrol) 14 gün içinde hastalığın nedeni olan SARS-CoV-2 virüs yükünden kurtulma oranları inceleniyor ve özellikle KHl + Azitromisin gurubunda 3. günden başlayarak virüsten temizlenmenin anlamlı olarak daha fazla olduğu sonucuna varılıyor. Buraya kadar iyi, böyle bir iddianın ABD başkanı tarafından kabul görmesinde de pek sorun yok.
Ancak;
Yazı daha ayrıntılı incelendiğinde, bazı sorunlar ortaya çıkıyor.
·      Yazarlar aslında 26 tedavi (HKl) hastası ile başlamışlar ve 6 hastayı takip edemediklerinden çalışmadan atmışlar. Takip edilememe nedenleri:
o   3 hastanın yoğun bakıma naklinin gerekmesi,
o   1 hastanın ölmesi,
o   2 hastanın da kendi istekleri ile tedaviyi sonlandırması (muhtemelen HKl kullanımını tolere edememeleri nedeniyle)
·      Yazıdaki rakam, tablo, figür ve istatistik değerlendirmeler bağımsız araştırmacılar tarafından doğrulanamıyor (ilgilenenler için PubPeer değerlendirmeleri burada)
·      Yazarlar hastaları 14 gün takip etmek üzere başlayıp 6. günden daha ileri takip sonucu vermiyorlar.
·      Yazı yayınlanmadan önce gerçek bir bilimsel değerlendirme (bu gibi yazılar için standart olan ‘peer review) yapılmamış ve yazarlardan biri yayınlandığı derinin editörü.
Tüm bu sorunlara bakıldığında, ABD başkanı tarafından da refere edilmiş olan bu yazının bilimsel değerinin çok çok düşük olduğu görülüyor.
Tabi başka sorunlar da var;
·      Dünya genelinde 300.000’den fazla hasta sayısı olmasına rağmen yalnızca 36 hastanın çalışılmış olması,
·      Başarılı sonuç kriterinin gerçek bir klinik sonuç değil (mesela ölüm ya da sağkalım) bir indirekt (proxy) sonuç üzerine kurgulanmış olması,
·      En önemlisi, dünya genelinde %4.2 (308.594 vakada 13.069 ölüm) ve ülkemizde %2.2 (947 vakada 21 ölüm) olduğu düşünüldüğünde, %3.8 (26 vakadan 1’i) ölüm ve %11.5 yoğun bakım (26 vakadan 3’ü) oranının başarılı bir tedaviyi işaret etmekten uzak olması, gibi.
Tabi, HKl kullanımının neden olabileceği yan etkilerden bahsetmiyoruz bile (İngilizce ve Türkçe kaynaklar).
Sonsöz:
Bu gibi kriz durumlarında çıkmadık candaki umutlara sarılmak kadar doğal bir şey olamaz. Ancak yöneticilerin ve özellikle hekimlerin görevi halkı doğru ve sağlıklı şekilde bilgilendirmek ve tedavi etmek olmalı. Her duyduğumuza inanmayalım, COVID-19 tedavisinde de gerçek bilimi referans alalım.